6 Eylül 2012 Perşembe

Kardeşim...


Kardeşim...
Yaşamın gözlerin kadar güzel olsun birtanem...
İyi ki varsın iyi ki annem seni dünyaya getirmiş benim kanım...
Sen öyle bir şeysin ki kılına zarar gelse dünyayı yakacağım, kalbin kırılsa kalpler kıracağım, canın yansa canımın taa içinde hissedeceğim ve cadılaşacağım bir şeysin sen... Sen öyle tuhaf bir şeysin ki senin anlamayacağın....
Serserim benim... İsyan etmeyi benim gibi layıkıyla yapan kardeşim... Hayat sana çok güzel şeyler verecek buna inanıyorum... Ben inandım... Verdi... Sen de inan... İnan çünkü sen bunu hakediyorsun...
Neler konuşurduk ne güzel... Geceler gündüz olurdu... Özledim... Akan gözyaşlarının hiç bu kadar değerli olduğunu görmemiştim ben... Sen... Ben... Konuşurduk... Geceler gündüz olurdu...
Sen çok hak edilesi birisin ama hak edenle tanışmadın daha... Sabret birtanem... Göreceksin... Sen bile şaşıracaksın buna... Sabret... Ağlamak gözlerine çok yakışıyordu, ama... Ama diyorum sen anladın beni, kimlere ağlanır kimlere hesaplar ödetilir sen bunu öğrenmeye başladın... Daha çok şey öğreneceksin...
Umut... Ne güzel bir kelime değil mi? Bu kelime uğruna neler tüketildi? Sakın tüketme... Kimseninde tüketmesine izin verme...
Bazen sil hafızanı... Bazen belli etmeden... Gül ağlarken... Bu şart... Ama yeterki kalbin ağlamasın buna izin verme... Çünkü... Çünkü diyorum doluyor gözlerimiz bir çok yere, gülüyoruz ağladığımızı göstermeden... Sende gösterme... Ama kalbine dikkkat et... O sarsıldımı bir kere kolay kolay kendine gelmiyor...
Bak sonbahar geldi... Saçlarda Eylül ve Hicran... Ama AŞK her zaman güzel... Zamanında güzel... Hak edenle güzel... Bunu unutma... Sana naçizane abla tavsiyesi... Yağmur yağıyor... Miss gibi kokuyor... Nasıl kokuyor biliyor musun? Umut kokuyor... Kardeş kokuyor... Sadakat kokuyor... Mutluluk kokuyor... Güzel günler kokuyor...
Uzun lafın kısası can yoldaşım sen kokuyor... Önce sen... Kendine özenli ol...
Seni Seviyorum....

19 Temmuz 2012 Perşembe

Yorgun...

Yorgunum...
Nedendir bilmiyorum ama yorgunum... Herşeyi oldurmaya çalışmaktan, sakinleştirmeye çalışmaktan, yetirmeye, mutlu etmeye çalışmaktan yorgunum... Bencilleşmek istiyorum bu aralar...
Uzuuuun zamandır yapmadığım bir şey bu. Evet bencil olmak,sessiz olmak, kendimle kalmak, kendimle konuşmak istiyorum... Suç değil değil mi?
İçmek istiyorum... İçip içip kusmak... Belki rahatlarım o zaman...
Bağırmak istiyorum, kapris yapmak... Bana göre değil ama istiyorum işte...
Herkese küfür etmek istiyorum hem de ağız dolusu... Çünkü nefret ediyorum sahte bakışlardan... Mecburiyetlerden, klişelerden, söylenenlerden ama doğruluğun kıl payı yanından geçmeyenlerden nefret ediyorum...
Huzuru bulmak istiyorum... Ama nasıl?
Bazende sakinleşmek istiyorum... Eskisi gibi... Kahkaha atmak istiyorum... Ama öyle ota boka değil, kalpten, yürekten kahkaha... Hem de yüksek çok yüksek sesle...
Özle(m)dim...
Ağlamak istiyorum... Eskisi gibi... İlaçtanmıdır nedir onuda yapamıyorum bu aralar... Şiştim... Patlamak istiyorum... Dinlenmek... Sönmek... Ama nasıl...
Çığlık atmak istiyorum... İyi gelirmiş... Doktor öyle söyledi... Ama nerde çığlık atabilirim ki... Bilen var mı?
Sesim kısık... Çıkmıyor...
Yalnız kalmak istiyorum... Kendime gelmek... Ne istiyorum ona karar vermek...
 

5 Haziran 2012 Salı

Bugün Potpori günü…

Önce şık bir albüm… Kürşat Başar’dan ‘Keşke Burada Olsaydın’…


Kendisini ben gazeteci, köşe yazarı, çok satan romanların yazarı, televizyon programcısı hatta bir dönem oyuncu olarak tanıdım… Kelimelerle arası bu kadar iyi olan Kürşat Başar’ın son dönemlerde müzikle bu kadar ilgilendiğini bu albümden sonra öğrendim…

Gelelim albüme. Albüme ismini veren şarkı ‘Keşke Burada Olsaydın’ Kürşat Başar ve Zeynep Talu’nun ortak çalışması. Albümde Sezen Aksu, Yaşar, Yeşim Salkım, İlhan Şeşen, Levent Yüksel, Erol Evgin, Zeynep Talu gibi pop müziğin önemli isimleri ve piyanosuyla Burçin Büke, Kürşat Başar’a eşlik ediyor. Berkay Özideş ve Şenay Lambaoğlu gibi genç seslerinde bulunduğu albümde unutulmaz şarkılar ve yeni eserler, Kürşat Başar’ın saksafonuyla tekrar anlam kazanıyor…

Okuyuculara küçük bir not: Kürşat Başar diyor ki; ‘Bu albüm, yazdığım kitaplar gibi, yaptığım bütün her şey gibi beni anlatıyor. Yazı ya da müzik... Önemli olan benim de gerçekte ne olduğunu bilmediğim, içimdeki o duyguyu anlatmanın bir biçimini bulmak.’



E haydi, o zaman duygularımız serbest bırakalım, her ne şekilde olursa olsun kendimizi, benliğimizi anlatalım… Bir de bakmışız ki bizde Kürşat Başar gibi, yepyeni, süper projelere imza atmışız…


Bir Kitap, Bir Film…


Piçler açtı. Piçler Kirliydi.

Ter, toz ve çamur kokuyorlardı.

Üşüyorlardı.

Ama gülümsüyorlardı…


Genç nesil romancılar arasında geniş bir hayran kitlesine sahip olan Hakan Günday’ın ilgi gören ve sevilen romanı ‘Piç’ beyazperdeye uyarlanıyor…

Yönetmenliğini Selim Demirdelen’in üstlendiği filmi senaryolaştıran isim ünlü yönetmen ve senarist Ümit Ünal. Nisan ayında gerçekleşecek olan İstanbul Film Festivali’ne hazırlanan filmin ne zaman vizyona gireceği ise henüz belli değil. Fakat filmin Facebook duyuruları yapıldı hatta afişi bile yayınlandı. Çekimler 1 Ekim’de başlıyor.

Eserin sahibi Hakan Günday, önemli olan kitabın ruhunun muhafaza edilmesi olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: ‘Filmin senaryo aşamasında yer almadım, çünkü bu başka bir meslek. Benim için kitabın ruhunun muhafaza edilmesi en önemli unsurdu. Asıl olan kitabın fotokopisini çekmek değil romanı okurken son sayfayı çevirince duyulan hissin filme geçmesi…’

Kitap muhteşemdi… Filmi de merakla bekleniyor…


Yaz geldi… Müzik, deniz, güneş ve gün boyu keyif… Ne dersiniz?


Yazın sürprizleri Babylon Aya Yorgi’den…


Babylon Aya Yorgi bu yaz tatil severleri birbirinden keyifli etkinliklerle karşılıyor. 9 Haziran’da sezon açılışı gerçekleşecek olan Babylon Aya Yorgi’nin ilk konuğu ‘Je Veux’ parçalarıyla uzun süre müzik listelerinde ilk sırada yer almayı başaran Fransız şarkıcı Zaz. Sanatçı Türkiye turnesi kapsamında İstanbul’dan sonra 29 Haziran’da Babylon Aya Yorgi’de sahne alacak. Bir diğer muhteşem performansta 30 Haziran Cumartesi gecesi Bob Sinclar’den gelecek. Kısacası nefes kesen bir hafta sonu sizi bekliyor.

Ayrıca 7 Temmuz’da Can Bonomo, 14 Temmuz’da da Athena muhteşem performanslarıyla sahne alacak.

1 Haziran 2012 Cuma

DÜNYANIN EN İLGİNÇ GELENEKLERİ VE KÜRTAJ…


Size dünyanın en ilginç geleneklerinden bahsetmek istiyorum. İğrenir misiniz, yok artık daha neler mi dersiniz, yoksa gülüp geçer misiniz ya da aman yarabbi biz halimize şükredelim mi dersiniz karar sizin…

Büyük Okyanus’un en büyük adası olan Guam’da bakirelerin evlenmesi yasak. Bunun için kızlar bekâretlerini para karşılığı bu işi yapan kişilere bozduruyor…

Bir Afrika Ülkesi olan Gine Cumhuriyeti’nde evli bir kadını baştan çıkaran adamın ceza olarak el ve ayak parmaklarından biri kesiliyor. Kesilen parça ilişkiye giren kadına yediriliyor…

Güney Amerika’da yer alan Guyana ülkesinde banyoda sevişirken yakalanan çiftler önce boyanıyor sonra da bir eşeğin arkasına bağlanarak şehirde gezdiriliyor…

Colombia'da gelinin annesi gerdeğe giren çiftin yatağının kenarına oturarak ilk ilişkiye şahitlik ediyor…

Ortaçağda banyo yapmak tören şeklindeydi. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yaptı…

Tazmanya'da kadın ölen kocasının kesilip kurutulan cinsel organını boynuna asmak zorunda…

Hindistan'da evlere gündeliğe gelen kadınlar evdeki bekâr gencin seksüel ihtiyacını karşılamak zorunda… Ek ücret alıyorlar mı öğrenemedim…

Asya ülkesi olan Laos'ta da kadınların ayakları en erotik bölge kabul ediliyor. Bu nedenle kadınların ayaklarını göstermeleri yasak…

Amboysna Adası'nda tarlalarda ürünün az olacağı belirlenirse, erkeklerin güneş batımında çıplak olarak tarlaya gidip ekinlerin arasında mastürbasyon yapmaları gerekiyor…

Newlyweds'de evlenen çift gerdeğe tören sırasında yere serilen hasır üstünde konukların gözü önünde giriyor…

E bu kadar yeter diyorsunuz değil mi? Bence de…

Gelenekler görenekler derken gelelim bizim ülkemizin gündemine… Birkaç gündür tartışılan Kürtaj yasasına… ‘Yaşam hakkı mı yoksa seçim hakkı mı’ diye ortalık yıkılırken, ‘Benim bedenim benim kararım’ sesleri hızla yükselirken, tecavüz mağdurları üzülmesin biz büyüdüğünde arkasından ‘p.ç’ diye bağıracakları çocuğunuza bakacağız naraları atılırken, ama bu yasayla biz sizi cinayet işlemekten kurtaracağız sayemizde cennete gideceksiniz vaatleri verilirken, birde şu ilginç mi yoksa iğrenç mi çözemediğim gelenekleri okurken ne yorum yapacağı mı bilemedim…

Üstümüze basa basa seçim hakkı bırakmadan, artık neredeyse yatak odamıza bile girecek yasalar çıkmaya hazırlanırken sessiz kalmayalım lütfen…

Çünkü ‘Benim Bedenim, Benim Kararım’…

31 Mayıs 2012 Perşembe

SAVAŞIN ÇOCUKLARI…

Savaş!


Kelime anlamı, ülkeler arası ya da bir ülke içersindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen top yekün silahlı çatışma. Karşı tarafı yıldırmak, maddi ve manevi zarar vermek için yapılan silahsız faaliyetleri de savaş tanımına dâhil edebiliriz sanırım.


Günümüzde savaşlar, Birleşmiş Milletler tarafından bazı temellere ve kurallara dayandırılmıştır. Niçin? Özellikle sivillerin öldürülmesini engellemek, ülkeyi veya kitleleri yok etmek yerine onları güçsüz bırakmak amacıyla... Oysaki savaşın benim gördüğüm bambaşka bir kılıfı vardı...


Peki, yıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde savaş adı altında yaşanan trajedinin adı ne? Savaş mı? Hayır. Aslında cevap sorunun içine saklanmış gibi. “Trajedi”...  Düşündüğüm zaman trajedi kelimesi bile yeterli değil bu canice yapılan katliamları anlatmaya...


E hadi anladık paylaşamadığınız çok şey var. Petrol, nükleer silah, büyük güç, altın, gümüş, çay, çorba... Zaten yıllardır paylaşamadıysanız, iki binli yılların ilk çeyreğine gelmişken daha da zor anlaşırsınız... Biz de uzun yıllar daha, trajedilere tanık oldukça sizleri anlamaya çalışırız. Başarabilir miyiz acaba diye bakıyorum da hiç umudum yok açıkçası. Anlaşılmazsınız...


Savaşın Çocukları...


Söylerken bile bütün vücudum karıncalanıyor, ellerim titriyor...


Çocuklarımız... Daha gözlerini açmadan, anne sütünün tadına bakmadan, evlerinin önünde bez bebekleriyle ne evcilik ne de toplarıyla futbol oynamadan, âşık olmadan, sevmenin, paylaşmanın, misketleri için kavga ettikten sonra, barışmanın ne olduğunu bilmeden kaybettiğimiz çocuklarımız... Barışın anlamını öğrenmeden kendisini kurşunların, tankların, taşların içinde bulan çocuklarımız... Dokunmayın artık onlara...


Yüreğim burkularak bakıyorum hatta bazen insanlığımdan utanarak... O korku dolu gözler, yüzündeki o masumiyet abidesi gülümseme ile yere yığılmış küçük kanlı bedenler… Katliamın tarifsiz sonu... Türkü, Kürdü, Iraklısı, Filistinlisi, Arabı... Hepsinin adı aynı... Onlar savaşın çocukları...


Aynı gökyüzünü paylaşacaklardı, aynı taze umutları... Küçük Sait vardı kimsenin tanımadığı. O da savaş çocuklarındandı… Daha saklambaç bile oynamamıştı arkadaşlarıyla. Namlulardan saklanmaktan vakti bile olmamıştı ki oyun oynamaya... Sonra bir daha saklanamadı zaten...




BİR KAHVENİN KIRK YIL HATIRI, BİR KASABIN KIRK SATIRI VARMIŞ?

Bir kahvenin kırk yıl hatırı, bir kasabın kırk satırı varmış...
Kasaplar sakın alınmasın yazdıklarıma...
Mecaz-ı mürselden çıktım yola..
.Kasaplaşıyoruz...
Farkında mıyız?
Evet!!!
Ama işimize gelmiyor öyle değil mi?

Hayatımızdaki her şeyi kırk parça ediyoruz...Parçalıyoruz, kırıyoruz...
Sevgiyi, iyi niyeti, dostluğu, güveni, aşkı, parayı, sağlığı, mesleği...
Ve en en önemlisi insanlığımızı...

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşımız var değil mi?
Ama vaktimiz yok! Ama sabrımız yok!
İyi niyet hiçç yok...

Üstad Müşfik Kenter çok güzel söylemiş:'Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekli. Koklamak, duymak, dokunmak, anlamak yok mu skalanızda...

Yok arkadaş!!!

O kadar parçalanmışız ki kendimize yetemiyoruz. Kendimize sabredemiyoruz. Bırakın başkalarına, zamana bile sabrımız yok...
Teknoloji almış başını gidiyor, haa şikayetimiz yok...Değişim, gelişim şart.Ya kaybettiklerimiz!!!

Düşünmeye bile korkuyoruz...Büyük huzursuzluk...

Düşünün şimdi, yolda yürüyorsunuz, adamın biri dalgın, kafasının içinde kimbilir hayatın hangi sancısı var, geldi çarptı...

Nedersiniz? Ben söyleyeyim...Önüne baksana l..n!
Değil mi?
Afedersinizler nerede?
Uçtu...Dağa kaçtı...Yandı bitti kül oldu gitti...

Arkadaşlarınız...

Twitlerde, face dürtülerinde mi kaldı?

Nbr, slm'ler yetmedi mi? Havada mı kaldı?

Kalır, normal...

Çünkü kalmadı birşey...

Çünkü kelimelerimizi bile parçaladık...Azalttık...Çok ya herşey...

Aşk'a, dostluğa, gülümsemeye, sevgiye, bir tabak çorbaya dair paylaşacak hiç bir şey kalmadı...

Tükettik!

Tükendik!

Yorgunuz!

Kolaya alıştık!

Kırmaya alıştık!

Kaç satır verirlerse elimize kullanmaya alıştık!

Parçalamaya, parçalanmaya alıştık...

Kasabız ya biz...

Ha terbiye etmeyi, edinmeyi bilsek ala,,

Biz direk kurban etmeye alıştık...

Herkese afiyet olsun...

BABAMA...

 Bir efsanedir benim Babam...

Anne diye bağırsamda düştüğümde bilirim arkasından koşup geleceğini ve beni yerden kaldıracağını...
Ben annemle küstüğümde bizi barıştıracağını...

Ona duyduğum güvenle adım atarım çoğu zaman... Bilirim ki başım sıkıştığında arka çıkacaktır bana...
Annem her zaman baş tacımdır ama babam gönül yoldaşımdır. Annem duygusallığım O mantığımdır. Kısacası sevdiğim ilk adamdır...

Doğumumu askerde heyecanla bekleyen, dünyaya gelişimle birlikte büyük sorumluluklar yüklenen ve bu durumdan hiçbir zaman şikâyet etmeyen; aksine bütün çabalarını severek veren Babam! Benim için yaptığın tüm fedakârlıkların sadece benim mutluluğum ve bir tek gülüşüm için olduğunu bildiğim Babam...

Şu gerzek hayata karşı zaferlerim hep bundan....

Hayatta beni en çok seven insanlardan biri olan Babamın gözyaşları çok nadir akar. Kızını gelin ederken sakladı ama gözlerinde gördüğüm duygusallık herşeyi anlattı...

Arkam da birçok şeye ağlayabilen annemden çok babamın incecik parmakları, konuşan bakışları, nemli gözleri kaldı aklımda... Daha çok içlenirim o yüzden, ağlayan bir baba gördüğümde...

Ve benim Babam daima en uzağa bakar. Dalar gider çoğu zaman. Neyi düşündüğünü sorduğumda susar. Ya tahmin etmemi bekler ya da zamanla onu anlamamı...

Hep bir sorumluluğu vardır benim üzerimde. Bu ağırlık sayesinde neşelendiği de olur hüzünlendiği de...
Her zaman beni saran sevgisi vardır, beni koruyan, kollayan. Ne yapsam beni bırakmayacağının güveni içime dolan. Bazen en iyi arkadaşım bazen kalp kırıklarım. Ama her koşulda kalp atışlarım...

Güçlü, kararlı, yumuşak bakışlı, iyi kalpli, dünya tatlısı, koruyucu, güvenilir olarak tanıdığım ilk adam...
Dünyaya geliş sebebim olduğun için binlerce kez teşekkürler...

Seni Seviyorum...

KADIN OLMAK ZOR ZANAAT...

İzmir'lidir benim annem… İzmir’in güzel kızlarından… Hem toprak kokar buram buram, hem deniz, hem de köy kokar… Ağustos sıcağın da öyle bir üzüm keser ki asmalardan, Mart’ın yakıcı soğuğunda öyle bir zeytin toplar ki dalından şaşırırsın… Dersin, be kadın bu kadar mı toprağa yakışırsın…

24’ünde evlenmiş benim annem… Hah klasik hikâye işte, 9 ay 10 gün sonra ben gelmişim Göçer ailesine. Babam askerdeymiş o zamanlar, o yüzden ‘Özlem’ olmuş ismim. Annemin babama özlemi bana ismedilmiş…

Güçlüdür benim annem… Sadece arkasında durmaz insanın, yanında da durur… Ezdirmez kimseye beni, kendi ezilmediği gibi… Öğretir ne biliyorsa, ne yapıyorsa, ne pişiriyorsa kendi öğrendiği gibi…

Şak diye söyler ne düşündüğünü benim annem, saklamaz içindekini, sevmezde saklayanı içindekini…

Sinirlidir benim annem, e kolay mı Özlem’le uğraşmak…29 koca yıl kolay mı? Okulu bitecek mi, parası yetti mi, işe girebilecek mi, kapısını bacasını kilitledi mi, akşam yemeğinde ne yedi, işte başarılı olabilecek mi, evlenecek mi, iyi bir eş seçebilecek mi? Yok yok, kolay değil vallahi…

Yalnızdır bazen benim annem… Kızı, arkadaşı, sırdaşı, toy fidanı onu bırakıp gitti… Ama kendine benzetmişti kızını inatçı mı inatçı… Erkek Fatma mübarek anasının kızı…

Tektir ama çoktur benim annem, öyle çoktur ki yetişemezsin, boy ölçüşemezsin… Onun çokluğunun yanında sen ne yaparsan kendini az hissedersin…

Kadındır benim annem, ama ne kadın!!