31 Mayıs 2012 Perşembe

SAVAŞIN ÇOCUKLARI…

Savaş!


Kelime anlamı, ülkeler arası ya da bir ülke içersindeki büyük gruplar arasında gerçekleşen top yekün silahlı çatışma. Karşı tarafı yıldırmak, maddi ve manevi zarar vermek için yapılan silahsız faaliyetleri de savaş tanımına dâhil edebiliriz sanırım.


Günümüzde savaşlar, Birleşmiş Milletler tarafından bazı temellere ve kurallara dayandırılmıştır. Niçin? Özellikle sivillerin öldürülmesini engellemek, ülkeyi veya kitleleri yok etmek yerine onları güçsüz bırakmak amacıyla... Oysaki savaşın benim gördüğüm bambaşka bir kılıfı vardı...


Peki, yıllardır dünyanın çeşitli yerlerinde savaş adı altında yaşanan trajedinin adı ne? Savaş mı? Hayır. Aslında cevap sorunun içine saklanmış gibi. “Trajedi”...  Düşündüğüm zaman trajedi kelimesi bile yeterli değil bu canice yapılan katliamları anlatmaya...


E hadi anladık paylaşamadığınız çok şey var. Petrol, nükleer silah, büyük güç, altın, gümüş, çay, çorba... Zaten yıllardır paylaşamadıysanız, iki binli yılların ilk çeyreğine gelmişken daha da zor anlaşırsınız... Biz de uzun yıllar daha, trajedilere tanık oldukça sizleri anlamaya çalışırız. Başarabilir miyiz acaba diye bakıyorum da hiç umudum yok açıkçası. Anlaşılmazsınız...


Savaşın Çocukları...


Söylerken bile bütün vücudum karıncalanıyor, ellerim titriyor...


Çocuklarımız... Daha gözlerini açmadan, anne sütünün tadına bakmadan, evlerinin önünde bez bebekleriyle ne evcilik ne de toplarıyla futbol oynamadan, âşık olmadan, sevmenin, paylaşmanın, misketleri için kavga ettikten sonra, barışmanın ne olduğunu bilmeden kaybettiğimiz çocuklarımız... Barışın anlamını öğrenmeden kendisini kurşunların, tankların, taşların içinde bulan çocuklarımız... Dokunmayın artık onlara...


Yüreğim burkularak bakıyorum hatta bazen insanlığımdan utanarak... O korku dolu gözler, yüzündeki o masumiyet abidesi gülümseme ile yere yığılmış küçük kanlı bedenler… Katliamın tarifsiz sonu... Türkü, Kürdü, Iraklısı, Filistinlisi, Arabı... Hepsinin adı aynı... Onlar savaşın çocukları...


Aynı gökyüzünü paylaşacaklardı, aynı taze umutları... Küçük Sait vardı kimsenin tanımadığı. O da savaş çocuklarındandı… Daha saklambaç bile oynamamıştı arkadaşlarıyla. Namlulardan saklanmaktan vakti bile olmamıştı ki oyun oynamaya... Sonra bir daha saklanamadı zaten...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder